Ahmet Varol: Sorgulayıcı İnançta Doğruyu Arama Gayreti Var!
İslâm dünyasının sorunları hakkında yapmış olduğu nitelikli çalışmalarla tanıdığımız Gazeteci-Yazar Ahmet Varol ile Nida Yayınları arasında çıkan yeni kitabı, “Neden İslâm /Şüphelerden İnanca?” hakkında konuştuk. Varol, gerek kitabıyla ilgili gerekse konuyla ilgili çok çarpıcı bilgileri bizimle paylaştı. Ahmet Varol, “Bizim yaptığımız çalışmanın amacı insanları doğruyu arama çabasına yöneltmek ve doğrulara inanmasını sağlamaktır” dedi.
Röportaj: Ziya Gündüz
Öncelikle hocam çalışmalarınıza baktığımızda “Neden İslam” isimli eseriniz diğer kitaplarınızdan farklı bir içeriğe ve konuya sahip. Sizi böyle bir kitabı yazmaya sevk eden sebep nedir. Neden böyle bir kitap yazma gereği hissettiniz?
Öncelikle şunu ifade edeyim. Bu kitap yeni bir çalışma değildir. Lise hatta ortaokul yıllarımda düşündüğüm şeyler de dâhil olmak üzere geniş bir zaman perspektifi içinde yaptığım çalışmaların bir ürünüdür. Üniversite yıllarımda da özellikle Kur'an-ı Kerim'i okurken dikkatimi çeken bazı vurguları bir kenara not ediyordum. Buna sonraki yıllarda da devam ettim. Daha sonra bu notlarımı bir kitap haline getirmemin faydalı olacağına kanaat ettim. Böylece uzun zamanın birikimlerini kitap haline getirmek için harekete geçtim. Bunları kitaplaştırmak fazla zaman almadı. Sadece birkaç ay. Ama oradaki tespitlerin en azından kırk yıllık zamana yayılmış çabaların veya fikir jimnastiğinin ürünü olduğunu söyleyebilirim. Yaptığım tespitlerden ve elde ettiğim bulgulardan çok daha kapsamlı bir kitap çıkabilirdi. Ama ben biraz daha okunaklı olmasını arzuladım. O yüzden kitabın okuyucuyu yormayacak miktarda kalmasını istedim. Bu sebeple birbirine çok benzeyen veya yakın bazı tespitlerden ve bulgulardan örnekler alarak diğerlerini bıraktım. Aslında kitapta maddeleştirdiğim hususlarda saydığım delillere daha onlarcasını eklemek mümkündür. Ama zikrettiklerim, konu üzerinde düşünmek ve kafa yormak isteyenleri yöneltecek, yönlendirecek miktardadır. Daha fazlasına ulaşmak için özellikle Kur'an-ı Kerim'i üzerinde kafa yorarak okumak gerekir. Zaten bizim kitabımızda saydığımız delillerin de çoğu Kur'an-ı Kerim'den alınmış delillerdir.
Neden böyle bir kitap yazmaya ihtiyaç duyduğum sorusuna gelince: Öncelikle benim dikkatimi çeken ve beni çok etkileyen bulguların, bilgilerin, tespitlerin bana özel kalmamasını başkalarına da ulaşmasını istedim. Çünkü aynı etkinin başkaları üzerinde de oluşabileceğini ümit ettim. İkinci olarak toplumda inkârcılığa sevk eden faaliyetler çok yaygın durumdadır ve bu çalışmalar ne yazık ki gençlerimizi etkileyebilmektedir. İnkârcı propagandaya karşı insanlarımızı ve özellikle de gençlerimizi uyarmak, onlara bir hatırlatmada bulunmak istedim. Çünkü bu gidişata bigane kalmak bizi sorumluluk altına sokacaktır. O yüzden niçin bu yolu seçtiğimin bilinmesinin insanları olumlu yönde etkileyeceğini ümit ettim. Üçüncü olarak ben bu yolu kurtuluş yolu olarak görüyorum. Kurtuluşu kendim için istediğim gibi başkaları için de istiyorum. Dolayısıyla bu yolun kurtuluş yolu olduğu konusundaki delillerimin başkaları tarafından da bilinmesini istedim.
İnsanların, “Allah, Kur’an, Peygamber, İslam” hakkında şüphelerinin olması doğal mıdır, şüphesi olan bir insana nasıl tebliğ edilmesi gerekiyor?
Bu hususlarda şüpheler olması doğal değildir ama mümkündür. Bizim de doğal olmasa bile mümkün olanı nazarı dikkate almamız, ona göre insanları uyarmamız, bilgilendirmemiz gerekir. Şüpheleri olanlara da bu şüpheleri giderecek delillerimizi saymamız gerekir. "Sen şüphe ediyorsun yanlış yapıyorsun" demek tek başına bir çözüm değildir. Onu gerçekten yanlışta olduğuna ikna etmek ve nelerin doğru olduğu konusunda kalbini mutmain edecek yani kesin kanaate varmasını sağlayacak bilgileri, belgeleri önüne koymak gerekir. Peygamberlerin hayatlarına baktığımızda da onların sadece insanlara yanlış yaptıklarını, yanlış düşündüklerini söylemekle kalmadıklarını aynı zamanda niçin yanlış yaptıkları ve düşündükleri, doğruların neler olduğu konusunda onları tatmin etmeye, ikna etmeye çalıştıklarını görürüz.
Kitabınız girişinde şöyle bir tespit ile başlıyor. “Akıl sahibi bir insan inanmak zorundadır” neden ve niçin inanmak zorunda?
Çünkü inanmak insanın hayat çizgisini belirlemesinin aracıdır. Herkes aynı şeylere inanmaz ama herkes mutlaka bir şeylere inanır. Kitabımızda da ifade ettiğimiz üzere inkâr etme de bir inanma şeklidir. Dolayısıyla inanmak aklın bir gereğidir. Önemli olan neye inandığıdır. Bazen insan bir şeye inanır ama inandığının tersini yapar. Örneğin bir yiyecek veya içeceğin sağlığına zararlı olduğuna inanır ama yine onu yer veya içer. Burada kişide inanç tahakkuk etmiş ama fiiliyata taşınmamıştır. İnsan doğru olanı aklının kendisini yöneltmesiyle kabul etmiş ama gereğini yerine getirmemiş olur. Bazen de inanır ama inancını sorgulamaz, doğruya mı yoksa yanlışa mı inandığına bakmaz. O zaman düşündüklerinin kesin doğru olduğuna, onların sorgulanamayacağına inanmaktadır. Bizim savunduğumuz sorgulayıcı inançtır. Sorgulayıcı inançta doğruyu arama gayreti vardır. Bizim yaptığımız çalışmanın amacı insanları doğruyu arama çabasına yöneltmek ve doğrulara inanmasını sağlamaktır.
Kitabınızda birçok konu var. Ahiret gerçeği ile ilgili de epey bir bölüm var. “Ahiret inancı dünya hayatındaki ilişkileri de olumlu yönde düzene sokacaktır” diyorsunuz. Bu kanıya nasıl vardığınızı bize açıklar mısınız?
Bu kişinin âhiret inancının sağlam olmasına ve yaptığı her hareketin bir hesabının olduğunu bilmesine bağlıdır. O durumda Allah hakkını da kul hakkını da gözetecektir. Haksızlık yapmaktan sakınacaktır. Kendi aile fertlerinden toplumun bütün fertlerine, ilgili olduğu herkesin hakkına riayet edecektir. Bu da dünya hayatını olumlu yönde etkileyecektir.
İnsanların âhiret inancını önemsedikleri ve yaptıklarından sorumlu tutulacaklarının bilinci ile yaşadıkları dönemlerde bunun yansımaları çok belirgin bir şekilde görülmüştür. Ama bazen toplumda âhiret inancına sahip olduğunu söyleyenlerin sayısı çok olsa da bu inancın kazandırdığı bilinçle yaşayanların sayısı az olmaktadır. O durumda âhiret inancı yeterince hayata yansımaz. O zaman fonksiyonunu icra etmez. Dolayısıyla önemli olan âhiret inancının köklü bir şekilde ve pratiğe dönük olarak özümsenmesi ve bu inancın kazandırdığı bilinçle yaşanılmasıdır. O zaman âhiret inancı dünya hayatını olumlu yönde düzene sokacaktır.
Hz. Muhammed (s.a.s.)’in güvenilirliğinden söz ediyorsunuz. Aslında topluma baktığımızda bu konuda bir şüphe yok. İnsanlar bir şekilde Hz. Muhammed el- emin olduğunda ittifak ediyor. Ama ne hikmetse, Hz. Muhammed (s.a.s)'i takip ettiğini söyleyenler için bunu söylemek mümkün değil. Efendimiz insanlarla birlikte yaşama sanatı geliştirmiş. Günümüz Müslümanları ise, insanları mahkûm etme sanatını geliştirmiş. Sizce üzerinde durulması gereken asıl konu tebliğcilerin ne kadar güvenilir olduğu değil midir? Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?
Dediğiniz doğru; Hz. Muhammed (s.a.s.) yaşadığı toplumda da "emin" yani "güvenilir, yalan söylemeyen" biri olarak tanınıyordu. Fakat böyle biri insanları büyük bir tehlikeye karşı uyardığı zaman toplum fertlerinin büyük çoğunluğu ilk etapta onu yalanladı. Az sayıda insan "Muhammed yalan söylemez" diyerek ona inandı. Günümüzde de belki birçokları Hz. Muhammed (s.a.s.)'in "emin" vasfını duymuştur hatta onun bu vasfını kabul etmiştir. Ama onun getirdikleri hakkında şüphe içindedir veya onun getirdiklerini kendi hayatına taşıma gereği duymaz. İşte bu inancında bir olgunluğa erişmediğini gösterir.
Hz. Muhammed (s.a.s.)'in davetini insanlara ulaştıranların onun yöntemini uygulamamaları ise bir algılama, anlama sorunudur. Onun yöntemini gereği gibi anlamadıkları için farklı bir yöntem uygulamakta ve doğru yaptıklarını sanmaktadırlar. Bundan dolayı onun yönteminin dışlamak, tamamen reddetmek ve toplumla arasındaki bağları koparmak olduğunu zannedebiliyorlar. Oysa onun yöntemi insanlarla bağ kurmak, doğruları güzel bir şekilde onlara anlatmak ve ilişkileri geliştirmek üzereydi. Bunu da hem Hz. Peygamber (s.a.s.)'in hayatından hem de onun getirdiği Kur'an-ı Kerim'den öğreniyoruz.
Malum Kur’an’ın muhatabı insanlar. Kur’an bütün insanlığa bir rehber olarak gönderilmiştir. Siz de kitabınızda bu konuya dikkat çekerek şöyle diyorsunuz: “Kur’an’ın en önemli özelliklerinden biri de insan fıtratına uygun olmasıdır” bunu bize biraz açar mısınız, Kur’an neden insan fıtratına uygundur?
Ben çok sayıda ülke dolaştım ve çok farklı inançların mensuplarıyla tanıştım. Bazı inanç sistemleri var sadece belli bir kesim tarafından ve oldukça zor şartlarda uygulanabilir. Alelade bir insanın hayatına taşınması mümkün değildir. Çünkü insan fıtratına aykırıdır. Hatta bazı prensiplerini hiç kimse uygulayamaz çünkü insanın onu uygulamaya gücü yetmez. Bazı prensipleri de sadece din adamları kesimi tarafından uygulanabilir.
Ama Kur'an-ı Kerim'in getirdiği hayat nizamı insanın tabiatıyla örtüşen ve toplumun bütün mensupları tarafından uygulanabilecek niteliktedir. Örneğin mazereti olanlar için onlara göre hükümler ortaya koymuştur. Dolayısıyla sadece bir "din adamları" kesimi tarafından uygulanabilecek nitelikte değil toplumun mükellef olan bütün fertleri tarafından uygulanabilecek niteliktedir. Bunun da en önemli sebebi insanın tabiatını ve fıtratını en iyi bilen yaratıcı tarafından gönderilmiş olmasıdır.
Vahiy konusunda insanların yaklaşımı farklı oluyor. Bunun sebepleri nelerdir?
Sebepleri görüşlerde kendini gösterir. Bazıları vahyi tamamen inkâr eder. Bunun sebebi ya yaratıcı konusundaki tereddütleri ya da yaratıcının bir insanla muhatap olmayacağı zannıdır. Ama biz kitabımızda da özellikle vurguladık; vahiy hadisesi Hz. Muhammed (s.a.s.) ile başlamış bir şey değildir. Ondan önce de birçok peygamber gönderilmiş ve Allah'ın vahiy yoluyla insana hitap ettiği veya mesajlarını ilettiği değişik dinî kaynaklarda dile getirilmiştir. Vahiy gerçeğini kabul etmek için insanın bir sorumluluk üzere yaratıldığını kabul etmek gerekir. Bunu kabul eden vahyi de kabul eder. Çünkü insanı sorumluluk üzere yaratan yaratıcı onu kendi haline bırakmaz, mutlaka emirlerini bir şekilde ona iletir. Bu da vahiyle olmuştur.
Peki, 21. yüzyılda İslam’ı hakkıyla nasıl yaşayabiliriz?
21. yüzyılda da bundan sonraki zamanlarda da İslâm'ı en güzel şekilde yaşamanın yolu ve yöntemi Kur'an-ı Kerim'i kendimize ölçü, onu getiren ve öğreten Peygamber (s.a.s.)'i de örnek almaktır. İnsanlar görüşlerinde isabet de edebilirler yanlış da yapabilirler. Ama yaratıcı hata etmez. Yaratıcının gönderdiği kitabı bize en güzel şekilde öğreten de onun peygamberidir.
Kitapla ilgili olumlu veya olumsuz eleştiriler alıyor musunuz?
Şimdiye kadar okuyanlardan benimle irtibata geçenlerden sadece olumlu kanaatler edindim. Okuyanlar çok istifade ettiklerini söylüyorlar. Şu ana kadar olumsuz bir eleştiri olmadı. Sadece şuna da yer verilseydi daha iyi olurdu şeklinde kanaat belirtenler oldu.
Son olarak gerek kendi kitabınız gerekse genel okumayla ilgili neler söylemek istersiniz?
Ben Allah'ın izniyle bu kitabı önemsiyorum. Önemsememin sebebi ise kendi eserim olması değil Yüce Allah'ın kitabına ve yoluna çağıran, bu konuda insanların zihinlerinde oluşmuş tereddütleri ortadan kaldırmayı amaçlayan bir kitap olmasıdır. Kitap daha çok zihinleri bulandırıcı fikirlerden etkilenmiş veya etkilenmesi mümkün insanlarımıza, arayış içinde olanlara yardımcı olmayı amaçlamaktadır. Dolayısıyla belki bu konuda herhangi bir sıkıntısı olmayanlar açısından sadece bir bilgi kaynağı olmakla kalacaktır. Ama onların çevrelerinde böyle bir kaynaktan istifade etmeleri gereken insanlar bulunabilir. Dolayısıyla bu kitaptan onların haberdar olmalarına yardımcı olmaları veya kitabı kendilerine ulaştırmaları amacına ulaşması açısından önemli bir katkı olacaktır.
Hocam bize zaman ayırdığınız için size çok teşekkür ediyorum
Bende sizlere teşekkür ediyorum
Ahmet Varol kimdir?
1962 Artvin Yusufeli doğumludur. İlk, orta ve lise öğrenimini kendi memleketinde tamamladıktan sonra Ankara Ünv. İlahiyat Fakültesi'ni bitirdi. İstanbul Marmara Ünv. İlahiyat Fakültesi'nde Hadis dalında yüksek lisans yapan Ahmet Varol, 1984'ten bu yana basın alanında çalışmaktadır. Bu alanda çalışmaya ilk olarak İslam mecmuasının Dış Haberler sorumlusu olarak görev yapmakla başladı. Daha sonra Altınoluk dergisine geçerek bu derginin "İslam Dünyası" bölümünü hazırladı. Bu dergide çalıştığı sırada Erkam Yayınları'nın da editörlüğünü yaptı. Aynı dönemde haftalık olarak yayınlanan Vahdet gazetesinin de Dış Haberler bölümünü hazırlıyor ve bu gazeteye İslam dünyasıyla ilgili yazılar yazıyordu. Ekim 1996 - Ekim 2000 arasında dört yıl süreyle, aylık olarak 48 sayı yayınlanan Vahdet dergisinin Yazı İşleri müdürlüğünü yaptı. Şimdiye kadar birçok periyodik yayın organında İslam dünyası ve genelde dış politikayla ilgili yazıları neşredilen Ahmet Varol'un, Yeni Akit gazetesinde dış politikayla ilgili haftada üç gün yazısı yayınlanmaktadır. Aylık Ribat, Vuslat ve Davet Mektebi dergilerinde de düzenli şekilde yazıları yayınlanıyor. Bunların dışında değişik İslami yayın organlarında farklı zamanlarda İslam dünyasındaki gelişmelerle ilgili yazıları ve Özel FM adlı radyoda da "Dünya Döndükçe" başlıklı periyodik programı yayınlanıyor.
Kaynak:HÜR24 Haber
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.