Av. Talayhan: Bir ülkedeki birden fazla resmi dil, eşitsizliği en aza indirger
HÜDA PAR İnsan Hakları ve Hukuk İşleri Başkanlığı tarafından Van’daki bir otelin konferans salonunda “Kürt Meselesine İnsani Çözüm Çalıştayı" gerçekleştirildi.
Çalıştayın ikinci oturumu "Cumhuriyet’in Kuruluş Sürecinde Kürtler ve Dil Politikaları" başlığıyla gerçekleştirildi.
Araştırmacı Yazar Mehmet Yavuz Ay'ın başkanlığında yapılan ikinci oturumda Avukat Zehra Talayhan, "Resmî Dil Politikaları ve Dil Hakkı" başlıklı sunumunu yaptı.
Konuşmasının başında tanımlara yer vererek dilin; "insanların duygu, düşünce ve isteklerini tüm detaylarıyla ifade etmek için kullandıkları bir iletişim aracı" olduğunu söyleyen Talayhan, ancak dile sadece bir iletişim aracı olarak bakılmaması gerektiğini belirtti.
Talayhan, "Yani harflerin sadece diziminin yan yana gelmesiyle kelimelerin oluşturduğu, sonrasında cümlelerin meydana geldiği düz fonetik bir olay değildir dil." diye açıkladı.
İnsanlar dil aracılığıyla duygularını, düşüncelerini birbirlerine aktardıklarını, aynı zamanda bununla beraber medeniyetler, uygarlıklar da kültürlerini, yaşam biçimlerini, hatıralarını aktardıklarını söyleyen Talayhan, "Yani bir medeniyetin maddi ve manevi tüm varlığı dil aracılığıyla sonraki nesillere aktarılıyor. Dilin böyle önemli bir vazifesi var." dedi.
"Anadil; kısaca kişinin bebekliğinden itibaren doğal olarak aile ve çevresinden öğrendiği, bilinçli bir öğretim olmaksızın kendiliğinden kazanılan dildir. Resmi dil ise; bir devletin genelinde veya bazen de kısmen bir bölgesinde yasalarla belirlenmiş olan ve resmi işlemlerde kamu hizmeti gibi alanlarda kullanılan dildir." tanımlarına da yer veren Talayhan, "Yani aslında yasal statü tanınmış dil de resmi dildir. Hepinizin bildiği gibi Türkiye'de resmi dil Türkçedir. Bu husus anayasanın üçüncü maddesinde 'Türkiye devleti ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili de Türkçedir.' şeklinde açıkça belirtilmiştir." ifadelerini kullandı.
"Dil ve renk farklılıkları Allah'ın kudretinin bir nişanesidir"
Yeryüzünde Allah'ın takdir etmesiyle çok farklı çeşitlilikte dillerin ve milletlerin var olduğunu söyleyen Talayhan, "Bu durum normalde fıtri olmakla birlikte aslında bir o kadar da gerekli bir durum. Allah-u Teala ayet-i kerimesinde şöyle buyuruyor, 'Göklerin ve yerin yaratılmasıyla dillerinizin ve renklerinizin farklı olması O'nun ayetlerindendir.' Bu ayetle aslında dil ve renk farklılıklarının Allah'ın kudretinin bir nişanesi olduğunu Allah-u Teala ayet-i kerimesinde bize vurguluyor. Dolayısıyla aslında her milletin bu nişaneyi üzerinde taşıma sorumluluğu olduğunu bize hatırlatıyor ayet-i kerimede Cenab-ı Allah. Allah-u Teala Kuran'ın birçok yerinde de aslında farklı yerlerde bunun önemine dikkat çekiyor." diye konuştu.
Peygamberlere bakıldığı zaman da aslında kendi kavimlerine kendi dilleriyle gönderildiklerinin görüldüğünü ifade eden Talayhan, şöyle devam etti:
"Hazreti Musa, dua ettiği zaman, mesela ayeti kerimede de geçiyor, 'Allah'ım, dilimden bağı çöz ki benim sözümü anlasınlar' şeklinde kendini doğru ifade edebilmenin önemine işaret ediyor. Burada dil, insanın aslında hakikati anlatma ve aktarma konusundaki aracı vazifesini görüyor. Yine İbrahim suresi 4'üncü ayete baktığımızda Allah-u Teala şöyle buyuruyor, 'Biz her peygamberi kendi kavminin diliyle gönderdik ki onlara bunu açıkça anlatsın.' Burada da dilin tebliğ vazifesini yapmadaki önemini gösteriyor Cenab-ı Allah.
Burada Kur'an'ın diline de baktığımızda, bahsettiğimiz meselelerde de bahsettiğimiz farklılıklar beraberinde bize çok kültürlülüğü ve bununla beraber yaşamayı gerektiriyor. Bundan dolayı bazen bir ülkenin ve devletin yönetimi altında farklı dillere mensup insanlar bulunabilir. Bunu hepimiz biliyoruz ki sınırlara ayrılmak zorunda kalmış bir dünyada bu çok doğal bir şey. Neredeyse tüm ülkelerde zaten birden fazla etnik çeşitlikte insan var. Olması gereken nedir? Hiç kuşkusuz insanların kendi özünü, kültürünü kaybetmeden yaşaması olmalıdır. Bundan dolayı da çok uluslu ülkelere baktığımızda, çok dilli ülkelere baktığımız zaman dillerin, kültürlerin muhafazası için bu bağlamda yönetimlerin elini taşın altına koyması gerekiyor. Bu kültürün kaybolmaması için, devam etmesi için bu çeşitliliğin korunması gerekiyor. Yönetimlere çok şey düşüyor."
Adaletin; hak edene hak ettiğinin teslim edilmesi olduğunu söyleyen Talayhan, yönetimlerin de bu hakkı sahiplerine teslim etmek mesuliyetinde olduğunu ifade etti.
Talayhan, "Bu anlamda çocukların ana dillerinde eğitim görmelerinin önünün açılması, sağlanması, bireylerin kendi kültürlerini yaşatması için bu anlamda düzenlemeler yapılması gibi örnekler verebiliriz." diye ekledi.
Dil hakkının, azınlık statüsünde olsun ya da olmasın, bir topluluğun yasal olarak, idari olarak ve adli işlemlerinde kendi dilini kullanabilmesi, kendi ana dilinde eğitim alabilmesi, medyada ve diğer tüm kamusal alanlarda kendi dilini kullanabilmesini kapsadığını belirten Talayhan, "Dil hakkı; bununla birlikte eğitim-öğretim aracılığıyla da bunu kendinden sonraki nesillere aktarabilmesi hakkını ifade eder. Bu hak, özel ve kamusal alanlarda kendi dilini konuşmanın önünde hiçbir engel bulunmaması gerektiğini ifade ediyor. Dil hakkı, tıpkı yaşama hakkı, ifade özgürlüğü hakkı gibi doğuştan sahip olunan bir haktır ve verilmesi gereken temel bir insan hakkı olarak görülmelidir. Dil hakkına baktığımız zaman birçok başka önemli sosyal haklarla da alakalı bir hak olduğunu görüyoruz. Eğer kişi doğuştan sahip olduğu ana dilini rahat bir şekilde konuşamazsa ifade özgürlüğü hakkını da aslında gerektiği şekilde yerine getirmemiş olacak." değerlendirmesinde bulundu.
Talayhan, konuşmasının devamında dil hakkının uluslararası belgelerde yer alış şekillerini, çok dilliliğin ve anadilde eğitimin resmi olarak yer aldığı dünya ülkelerinden örnekler sundu.
"Finlandiya çok dille eğitimden başarılı modellerden birisini olarak gösterilebilir"
Saymış olduğu ana dilin korunup geliştirilmesine yönelik uygulanan eğitim modelleri sayesinde o ülkede iletişim ağlarının çok kuvvetli olduğunu söyleyen Talayhan, "Devlet bunun için özel ders materyalleri geliştiriyor. Devlet de bu anlamda üstüne düşen vazifeyi yerine getirmeli. Bu şekilde kültürel çeşitlilik koruma altına alınmış oluyor. Finlandiya'ya baktığımız zaman aslında bu bir zorluk değil, bir zenginlik olarak görülmeli. Bundan dolayı Finlandiya çok dille eğitimden başarılı modellerden birisini olarak gösterilebilir belki." dedi.
"Bir ülkede birden fazla resmi dil halkın kendini daha iyi ifade edebilmesine olanak sağlar"
Talayhan, "Bir ülkede birden fazla resmi dil konuşuluyorsa ya da bir ülkede birden fazla resmi dilin tanınıyor olması, çocuklara ana dilinde eğitimin veriliyor olması aslında bölgeler arasındaki eşitsizliği en aza indirger. Yerel halkın yaşam standartlarını yükseltir. Halkın kendini daha iyi ifade edebilmesine olanak sağlar. Temel haklarla da ilintiliydi bu hak. Ayrıca yönetimin halkla uyuşabilme düzeyini ve ortak paydada buluşabilme ihtimalini de arttırır. Kültürel çeşitliği koruma altına alıp farklı etnik kökene sahip bireyler arasındaki karşılıklı saygıyı, sevgiyi güçlendirir. Empati duygusu oluşmasını sağlar. Bu anlamda baktığımız zaman ayrıca da devlet açısından da baktığımızda bireyin devletine aidiyet duygusunu pekiştirir ve bir vatandaş olarak kişinin kendisini o devleti gerçekten hakiki bir parçası olarak görmesine olanak tanır." diye konuştu.
Konuşmasının sonunda Talayhan, "Dillerin fazla olması, farklı olması, farklı kültürlerde, farklı çeşitliliklerde olması aslında dünya için, ülkeler için bir tehdit değil. Tam tersi bir zenginliktir. Biz, hem dini boyutuyla hem kültürel anlamda hem toplumsal anlamda baktığımızda birer zenginlik olarak görmemiz gerektiğini düşünüyorum." ifadelerine yer verdi.


Kaynak:İLKHA
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.