İTTİHAD, Terörsüz Türkiye Komisyonu'yla raporunu paylaştı: Hak, adalet ve kardeşlik temelinde çözüm...
Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun 11. Toplantısında TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş'un başkanlığında toplandı.
TBMM Tören Salonu'nda düzenlenen komisyon toplantısında Doğu ve Güneydoğu bölgelerinden gelen sivil toplum kuruluşu temsilcilerinin konuşmasının ardından değerlendirmelerde bulundu.
Toplantıya İTTİHADUL ULEMA adına katılan Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Beşir Şimşek, birliğin Terörsüz Türkiye sürecine ilişkin raporunu paylaştı.
"Kardeşliğin Tahkimine Dair Tespit ve Çözüm Önerileri Raporu" başlığıyla paylaşılan raporda, Türkler ve Kürtler'in bin yıllık ortak İslamî kardeşlik zemininde birlikte yaşadığı, Malazgirt’ten Kurtuluş Savaşı’na kadar aynı safta mücadele edildiği hatırlatıldı.
Raporda, ancak Cumhuriyet döneminde uygulanan ret, inkâr ve asimilasyon politikalarının Kürtleri hem etnik kimlikleri hem de dini bağlılıkları nedeniyle büyük mağduriyetlere uğrattığı toplumsal travmalar doğurduğu, bu ortamda PKK gibi örgütlerin süreci istismar ederek Kürt halkına yeni acılar yaşattığı vurgulandı.
Bugün “Kürt meselesi”nin esasen bir hak ve hukuk meselesi olduğuna dikkat çekilen raporda, çözümün, kardeşlik hukukunun ve adaletin yeniden tesisiyle mümkün olduğun, devletin tekçi anlayışı terk etmesi, yeni ve sivil bir anayasa yapılması, anadilde eğitimin güvence altına alınması, ekonomik ve sosyal adaletin sağlanması, köylerine dönüşlerin ve kültürel hakların iadesi temel gereklilikler olduğu kaydedildi. Ayrıca medreselerin ihyası, sınır ötesi aile bağlarının kolaylaştırılması, ayrımcılığa ve resmi ideoloji dayatmalarına son verilmesi önerildi.
Raporda, Kürt meselesinin PKK’dan ayrı düşünülmesi; şiddet ve silahın mutlak surette reddedilmesi gerektiği belirtildi.
Çözümün yolu İslam kardeşliğinin, adaletin ve eşit vatandaşlık anlayışının kurumsallaşmasından geçtiğine dikkat çekilen açıklamada, devletin gecikmeden adım atması; Kürt halkı da birlik ve kardeşliği pekiştirecek sorumluluğu üstlenmesi gerektiği; böylece Türk ve Kürt kardeşliğinin daha da güçleneceği ve ülkenin geleceğinin barış, adalet ve merhamet üzerine inşa edileceği ifade edildi.
İTTİHADUL ULEMANIN, Komisyona sunduğu "Kardeşliğin Tahkimine Dair Tespit Ve Çözüm Önerileri" başlıklı raporunun tamamı şöyle:
Bismillahirrahmanirrahim.
Bizler; Kürtler ve Türkler İslam ortak paydasında bir araya gelmiş ve bin yıl boyunca bu topraklarda kardeşçe yaşamış, kader birliği yapmış halklarız.
Türk’üyle, Kürt’üyle, Arap’ıyla, Çerkez’iyle bu milletin evlatları aynı kıbleye yönelmiş, aynı ümmetin mensuplarıdır. Bu topraklardaki bin yıllık ortak tarihimiz, bu kardeşliğin en güçlü şahididir.
Cumhuriyet döneminde Kürtlere karşı izlenen ret, inkâr ve asimilasyon politikaları büyük acılara yol açmış olsa da yine de kardeşliğimizi yok edememiştir. Bu durum, kardeşliğimizin temelinin çok güçlü olduğunu göstermektedir. Elbette ki bu temel İslam’dır, İslam kardeşliğidir. İslami köklerimiz sanılandan çok daha güçlüdür.
Bununla birlikte bugün gelinen noktada; geçmişte uygulanan ve hala anayasal zeminde varlığını kısmen sürdüren ret ve inkâr politikalarından dolayı kardeşliğimizin hukukunu yeniden tesis etmek zorundayız.
Bugün “Kürt meselesi” olarak ifade edilen şey, özünde bir hak ve hukuk meselesidir. Dolayısıyla meselenin çözümü de meşru hakların iadesi çerçevesinde, kardeşlik hukukunun yeniden tesis edilmesiyle mümkündür.
Şunu bilmeliyiz ki: Kürt’ün hakkı, Türk’ün hakkıdır. Birimizin hak ve hukukuna sahip çıkmak zorundayız.
Rabbimiz buyuruyor:
“Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Birbirinizi tanımanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en üstün olanınız, takvaca en üstün olanınızdır.” (Hucurât, 13)
Dolayısıyla hiçbir etnik kimlik, diğerine üstün değildir. Üstünlük, yalnızca takvadadır.
İslam, insanların kavmî aidiyetlerini veya dillerini inkâr etmez, bilakis bunu Allah’ın kâinattaki ayetlerinden bir ayet olarak değerlendirir, bu şekilde farklı yaratılmış olmanın değerini ve hikmetini ortaya koyar:
“Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, bilenler için gerçekten ayetler vardır.” (Rum, 22)
Bugün bu Meclis’in görevi, bu hakikati devletin hukukuna yansıtmak; farklılıklarımızı ayrılık değil, birlik ve zenginlik vesilesi kılmaktır. Çünkü kardeşliği koruyacak en güçlü mekanizma, adaletin kurumsallaşmasıdır.
Her şeyden evvel Kürtler’in de diğer kavimler gibi Allah’ın ayetlerinden bir ayet olduğu ve insanlık ailesinin diğer fertleriyle eşit haklara sahip bulunduğu açıktır. İslamiyet’in yayılmasının ardından fazla bir vakit geçmeden, Miladi 639’da yani hicretten 20 yıl kadar sonra İslam’ı kabul eden Kürtler, zamanla İslam’ın hizmetine girmiş, ilmî ve kültürel gelişmelere katkıda bulunmuş ve bu amaçla ümmet çatısı altında cihad edip gazalara katılmışlardır.
Nitekim Türkler ile Kürtler, diğer kavimlere mensup kardeşleriyle İslam ortak paydasında buluşup 1071 Malazgirt Savaşı'nda Bizans’a karşı birlikte omuz omuza savaşmıştır. Alparslan ile başlayan, Selçuklularla devam eden ve Osmanlı Devleti’nde zirveye çıkan Türk–Kürt birlikteliği, İslam kardeşliği ve hak ve hukuk temelinde yeni bir birliktelik tesis etmiştir.
Ancak Osmanlı Devletindeki batılılaşma temayülü ve İttihat ve Terakki’nin bir takım yanlış politikaları nedeniyle Osmanlı Devleti ile Kürtler arasında sorunlar yaşanmaya başlamıştır.
Büyük bir değişim, dönüşüm, başkalaşım, özden kaçış ve yeni bir kimlik arayışı süreci olarak değerlendirebileceğimiz Cumhuriyetle beraber benimsenen resmi ideoloji ve bu doğrultudaki politikalar, daha büyük sıkıntılara sebebiyet vermiştir. Ancak bu süreçte en çok mağdur olan halk, hiç şüphesiz Kürtler olmuştur. Bu mağduriyetin en büyük sebebi, "Batıcılık" ve "Türkçülük" temelinde yeni bir ulus inşa etmek isteyen yeni rejimin, Kürt kimliğini inkâr etmesi ve Kürtlerin varlığını yok sayarak dillerini yasaklamasıdır. Kürt halkını Türkleştirme/asimile etme amacı silah zoruyla, süngüyle, tehcirle, katliamlarla gerçekleştirilmeye çalışılmıştır.
Kürt halkının bir diğer ve en önemli mağduriyeti, dini alana yapılan müdahale ile yaşadığı mağduriyettir. Çünkü Kürt halkı, Türk kardeşleriyle birlikte kurtuluş mücadelesini verirken, sadece dini duygularla hareket etmiş ve İslam topraklarını işgalcilerden temizlemek için cihad sancağı altındaki onurlu yerini almıştır.
Kürt halkı, Osmanlıyı oluşturan bütün halklar bağımsızlığını ilan edip Osmanlıdan ayrılırken, İslam ümmetinin bir unsuru olmanın ve İslamî anlayışlarının gereği olarak halifeye bağlılığını ilan etmiş ve Osmanlıya bağlı kalarak bağımsızlık girişimlerinde bulunmamıştır.
Kürt halkı, yeni kurulan Cumhuriyet sınırları içinde Türklerle kardeş olarak yaşayabilmesini İslam’a bağlılık esasında görmüştür. Tek Parti Rejimi ise, Kürtlerin böylesine bağlı olduğu ve kendisi için hayatî önem arz eden İslam’a karşı adeta savaş açmıştır. İşte tüm bu sebeplerden dolayı Kürt halkı hem Kürt oluşundan ve hem de dindarlığından dolayı büyük mağduriyetlere, sıkıntılara, zulümlere ve asimilasyona uğramıştır. Bu şekilde Kürtlüğü kabul edilmeyen, Türklüğüne de şüpheyle bakılan, sürekli potansiyel bir tehlike olarak görülen yeni kuşaklar, kimlik bunalımının sebep olduğu toplumsal bir travma yaşamak zorunda kalmışlardır.
Dolayısıyla ortada bir sorun vardır. Ancak bu sorunun kaynağı Kürtler ya da Türkler değildir. Sorunun kaynağı inkârcı, asimilasyoncu ve tek tipçi politikaları doğuran Kemalist-ulusalcı zihniyettir.
Cumhuriyet rejimiyle beraber devletleşen batılılaşma ve doruğa çıkan zulümlerle Kürt coğrafyası kan ve kaos ortamına sürüklenmiş ve egemen güçlerin oyun sahasına döndürülmüştür. Bu zemini istismar eden PKK’nın sözde Kürt hakları mücadelesi de Kürtlere büyük mağduriyetler yaşatmıştır. Kürtler, Kürt olduğu için rejimin zulmüne maruz kalırken, dindar Kürtler hem rejimin hem de örgütün zulmüne maruz kalmıştır.
PKK sadece devletle çatışmaya girmekle kalmamış sivillere hatta en çok da kendi halkından olan sivillere saldırmıştır. Kürt halkına Marksist ideolojiyi dayatan, kendisi gibi düşünmeyenleri sürgün veya ölümle tehdit eden bu örgüt her evden bir kız veya erkek çocuğu zorla saflarına katmış, herkesi haraca bağlayarak sözde haklarını savunduğu Kürtlere kan kusturmuştur. Örgütün sivil hedeflere yönelik saldırıları arasında ise özellikle ibadethaneler ve din adamlarının önemli bir yer tuttuğunu söyleyebiliriz. Bu durum örgütün ideolojik yapısını ve toplumsal hedeflerini göstermesi açısından özel bir yer tutmaktadır. Örgüt, dinin toplumsal birleştiriciliğini ve manevi gücünü kendi Marksist-Leninist ideolojisinin önünde bir engel olarak görmüştür. Bu nedenle, camilere ve din görevlilerine yönelik saldırılar düzenlemiş, bu saldırılarla bölgedeki dini ve manevi dokuyu tahrip etme amacı gütmüştür. Örgüt – devlet çatışmasını Türk-Kürt çatışmasına dönüştürmek isteyen PKK, bu amaç doğrultusunda özellikle birliktelik zeminini hedef alarak yok etmeye çalışmıştır.
Bu saldırıların en trajik ve sembolik örneklerinden biri, 26 Haziran 1992'de Diyarbakır'ın Silvan ilçesine bağlı Yolaç (Susa) köyünde meydana gelen Susa Camii Katliamı'dır. Susa Camii Katliamı, PKK'nın dini inançlara ve ibadet edenlere karşı doğrudan ve acımasız bir saldırısıdır. Olay günü, Susa köyünde yatsı namazı için camide toplanan on kişi, silahlı örgüt mensupları tarafından dışarı çıkarılmış ve kurşuna dizilmiştir. Katledilenlerin arasında cami imamı ve iki çocuk da bulunmaktadır. Saldırı, PKK'nın dine ve dini değerlere karşı olan tutumunun en çarpıcı örneklerinden biri olarak tarihe geçmiştir.
Diğer Saldırılar ve Amaçları
Susa Camii Katliamı münferit bir olay değildir; PKK'nın bu tür eylemleri, farklı zaman ve yerlerdeki saldırılarla birleşerek sistematik bir yapının parçası olmuştur.
İbadethanelerin Tahrip Edilmesi: 2015 yılında çukur olayları sırasında Diyarbakır'ın Sur, Mardin'in Nusaybin ve Şırnak'ın Cizre ilçelerinde birçok cami hedef alınmış, buralarda barikatlar kurulmuş ve ibadethaneler kullanılamaz hale getirilmiştir. Hatta bazı camilerde hoparlörlerden örgüt propagandası yapıldığı da kayıtlara geçmiştir. Diyarbakır'daki tarihi Fatihpaşa (Kurşunlu) Camisi gibi yüzlerce yıllık tarihi eserler dahi bu saldırılardan nasibini almıştır.
Din Adamlarına Yönelik Suikastlar: Doksanlı yıllarda ve sonrasında birçok din görevlisi, vaazlarında PKK propagandasına karşı durduğu için hedef alınmıştır. PKK, bu din adamlarını "devletin ajanı" olarak nitelendirmiş ve onları sindirme veya öldürme yoluna gitmiştir.
Nitekim; Diyarbakır Kulp’ta kaçırılıp bir hafta boyunca işkence edilerek şehit edilen Mele Abdusselam Eren, Susa Camii imamı Mele Abdulhalık Ugas, Suruç’ta Mele Şükrü ve Mele Muhyettin, Başbağlar Köyü imamı Mele Adil, Kızıltepe’de Mele Cüneyt Öncel, Mele Süleyman Güler, Mele Şeyhmus Aktaş ve Mele Mahmut Eren, Silvan’da Mele Hida Özdemir, Viranşehir’de Mele Mehmet Sena, Nusaybin’de Mele Hasan Aktaş, Mele Ali Kılıç ve Mele Osman Demir, Cizre’de Mele Zeki Atak ve Mele Ahmet, Mardin Dargeçit’te Mele Ramazan Ayyıldız ve Mele Nuri Gültekin, Batman’da Mele Halil Aslangiray, Gercüş’te Mele Abdurrahman Kaya, Diyarbakır’da Mele Ali Taşlı, Mele Mahmut Elçiçek, Mersin’de Mele Fehim Dümen, Karacadağ’da Mele Hıdır Akyol Bingöl’de Mele Ali Elbahadır, İdil’de Mele Sabri Karaaslan ve daha niceleri örgüt tarafından katledilmiştir.
Din Eğitiminin Engellenmesi: Örgüt, cami ve Kur'an kurslarına yönelik saldırılarla bölgedeki din eğitimini de sekteye uğratmayı amaçlamıştır. Bu saldırılarla, genç nesillerin dini ve manevi değerlerden uzaklaştırılarak kendi ideolojik çizgisine çekilmesi hedeflenmiştir.
PKK'nın ibadethanelere ve din adamlarına yönelik saldırıları, örgütün sadece siyasi hedefler peşinde olmadığını, aynı zamanda bölgenin toplumsal ve kültürel dokusunu da hedef aldığını göstermektedir. Bu eylemler, dini inançlara ve ibadet özgürlüğüne yönelik doğrudan bir tehdit oluşturmuştur.
Dolayısıyla Kürt halkı, Osmanlı’nın batılılaşma süreciyle başlayıp cumhuriyetin kuruluşuyla doruğa çıkan, daha sonra ise kendi adına hak mücadelesi verdiğini iddia eden kanlı bir örgütün eliyle katmerleşen sorunlar yumağıyla yaşayan bir halktır. Kürt meselesi ise; yıllar içinde bir çığ gibi gittikçe büyüyen, bölgesel olmaktan çıkıp uluslararası bir hüviyet kazanan devasa bir sorundur.
Burada kastımız kabuk bağlamış birtakım yaraları kaşımak değil, bunlardan ders çıkarmanın ve birlik zeminini güçlendirmenin gerekliliğini ortaya koymaktır. Tarih yalnızca acılar üzerinden yazılamaz. Acıları yarıştırmanın da sorunlarımızın çözümüne bir katkısı olamaz. Maharet; acılardan yeni acılar çıkartmak değil, acılardan birlik çıkarmasını bilmektir.
Gelinen noktada geçmişin acılarına saplanıp kalmadan, ancak bu acıları da yok saymadan; sorunlarımıza, meselelerimize hak, adalet ve kardeşlik temelinde çözümler bulmak zorundayız.
KÜRT MESELESİNE ÇÖZÜM ÖNERİLERİMİZ
Kürt meselesi güvenlikle alakalı tek boyutlu değil; tarihî, siyasî, kültürel, sosyolojik, ekonomik, bölgesel ve uluslararası boyutları olan bir meseledir. Dolayısıyla böylesine devasa bir sorunun çözülmesi, ancak devletin tüm birimlerinde oluşacak sağlıklı bir anlayış, güçlü bir irade ve kamuoyunun büyük desteğiyle mümkün olabilir. Bununla beraber oluşan hava ve beklenti, bu sorunun çözümünde olumlu bir neticeye ulaşmayı zorunlu kılmaktadır. Bundan dolayı, bu süreçte hakkaniyete uygun ve herkes tarafından rahatlıkla kabul edilebilecek çözümler üretilmesi gerekmektedir.
Bu mesele artık tamamıyla halledilip gündemden çıkarılmalıdır. Siyasi kaygılar, bölünme paranoyası, anayasanın değişmez ilkeleri gibi bahanelerle getirilecek yarım yamalak çözümler, bu sorunu daha da büyütecek ve içinden çıkılmaz bir hale getirecektir.
Kavimlerin, ırkların varlığı bir gerçektir. Her millet kendi dilini serbestçe konuşabilmeli, anadille eğitim alabilmeli, gelenek ve kültürünü serbestçe geliştirebilmeli, kimse kimseyi asimile etmeye çalışmamalıdır. Hiçbir milletin bir diğer millete üstünlüğü ve ayrıcalığı yoktur.
Kürtler dinlerinden de dillerinden de vazgeçmeden, ekonomik sorunların çözüme kavuşturulduğu sosyal adaletin sağlandığı, adil bir düzende birlikte yaşamak istemektedir.
Türkiye'de Kürt meselesinin çözümünde en gerçekçi yol "birlikte yaşama projesi"ne hayatiyet kazandırmaktır. Birlikte yaşamın geçmişte bin yıllık başarılı deneyimi tarihi referansımızdır. Bu tarihi referansta İslam dini çok önemli bir ortak paydadır. On binlerce kişinin hayatını kaybettiği halde halklar arasında kin ve nefret duyguları kök salmamışsa bunu sağlayan en önemli faktör Kürtler ve Türkler arasındaki dinî birlikteliktir.
Her türlü şiddetin ve şiddet içeren yöntemlerin mutlak olarak reddedilmesini Kürt sorununun çözümü için vazgeçilmez bir ön şart addediyoruz. Kürtlere ve diğer unsurlara yönelik asimilasyon politikalarını da reddediyoruz.
Şu hakikat bilinmelidir ki Türkler ve Kürtler bu ülkenin asli kurucularıdır. Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşının her karesinde ve daha önceki tarih sürecinde aynı cephede savaşmış, aynı siperde şehit olmuş ve beraberce bu toprakları düşmana karşı birlikte korumayı başarmışlardır. Şüphesiz bu başarının anahtarı İslam kardeşliğidir. Bugün bu ruha çok daha fazla ihtiyacımız vardır.
Gelinen noktada resmi ideolojinin dayatmaları neticesinde ortaya çıkan ve bugüne kadar binlerce insanın ölümüne ve büyük acıların yaşanmasına yol açan Kürt meselesinin çözümü bağlamında, Tüm meselelerin siyasi zeminde konuşulup tartışılabildiği günümüz şartlarında, silahın ve şiddetin bir çözüm enstrümanı olmaması gerektiği de ortaya çıkmış ve bu vesileyle meselenin çözümü yolunda önemli bir eşiğe gelinmiştir.
Ancak önemli bir husus da şudur ki; Kürt meselesi ayrı, PKK sorunu ayrıdır. PKK, Kürt meselesinin nedeni değildir. Kürt meselesi, PKK vardır diye çıkmamış, aksine Kürt meselesi var olduğu için PKK bu zemini istismar ederek palazlanmıştır. Bu ayrımın net bir şekilde anlaşılması gerekir. Bu sebeple devlet yetkililerinin Kürt meselesini silah bıraktırma veya çatışmasızlığa indirgememesi gerekmektedir. Çözümün asli konusu olan Kürtlerin İslamî ve insanî hakları, asla hiçbir pazarlık konusu yapılmadan ve geciktirilmeden tanınmalı ve güvence altına alınmalıdır.
Kürt meselesi, her insanın doğal olarak sahip olduğu hakların tanınmasıyla çözüme kavuşacak bir meseledir. Her insanın özgürce ve hiçbir engelle karşılaşmadan kullanabileceği haklar, özgürlükler ve değerler, hiç kimseden esirgenmemelidir.
Kürt meselesi; inanca bağlı olanlar başta olmak üzere, kültürel ayrımcılık ve kısıtlama, sosyal ve ekonomik sorunlar, vatandaşlık tanımı ile kimliğin önündeki yasakların ortadan kaldırılmasıyla çözülecek çok boyutlu bir meseledir.
Bu itibarla aşağıda sıralayacağımız önerilerde ifade ettiğimiz hak ve özgürlüklerin verilmesi, ‘Kürt Meselesini’ büyük oranda çözecektir.
Bunlar:
1. Devletin etnik köken temelli bakış ve yaklaşımları terk etmesi gerekmektedir. Tekçi ulus devlet anlayışından vazgeçilmelidir.
2. Mevcut statükonun bugüne kadar süregelen şekliyle devam etmesi mümkün değildir. Birlikte yaşama iradesinin yeni bir toplumsal sözleşme ile tescil edilerek yenilenmesi gerekmektedir. Bunun yolunun, yeni ve sivil bir anayasanın yapılmasından geçtiğine inanıyoruz. Bu sebeple darbe anayasası değiştirilmeli ve eşit vatandaşlık temelinde yeni bir anayasa hazırlanmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkesin Türk olduğu nitelemesinden vazgeçilmelidir.
Bu çerçevede; Anayasanın 66. Maddesinde yer alan vatandaşlık tanımı değiştirilmeli ve herkesin kabul edebileceği, hiçbir vatandaşın dışlanmışlık hissine kapılmayacağı bir tanımlama getirilmelidir.
3. Kürtçe eğitim dili olmalıdır. Yeterli talep olması halinde anadili farklı olan diğer vatandaşların da kendi dillerinde eğitim alabilmelerinin önü açılmalıdır.
Anayasanın 42. Maddesinde yer alan “…Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına anadil olarak okutulamaz ve öğretilemez” hükmü değiştirilerek, anadilde eğitim ve öğretim yapılmasının önündeki engeller kaldırılmalı, anadilde eğitim güvence altına alınmalıdır.
4. Kürt halkının hafızasında kötü izler bırakmış olan kişilerin isimlerinin verildiği okul, kışla, sokak, cadde, mahalle vs. gibi yerlerin isimleri değiştirilmeli ve yerleşim yerleri ve coğrafi adların asli/eski isimlerine kavuşturulması sağlanmalıdır.
5. Ekonomik kalkınmışlık farkının giderilmesi için herkesin istifade edeceği adil ve hakkaniyete uygun yatırımlar ve teşvikler yapılmalıdır.
6. Boşaltılan köylere dönüşün sağlanması ve dönülen köylerde insanî bir yaşamın tesis edilmesi için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır.
7. Laikliğin, İslam’a düşmanlıkta bir silah olarak kullanılmasından vazgeçilmeli, gerçek manada bir inanç hürriyeti sağlanmalıdır.
8. Toplumda bozulmaya yüz tutan ahlakî yapının düzeltilmesi ve kardeşliğin yeniden tesisi için eskiden olduğu gibi başat rol oynayabilmesi için medreseler ihya edilmeli, medreselerin resmi eğitim kurumları olarak faaliyet göstermelerine izin verilmelidir. Medrese eğitiminde geçen süre zorunlu eğitim süresinden sayılmalı, icazet belgelerine resmi statü tanınarak denklik verilmelidir.
9. İran, Irak ve Suriye sınırının öteki tarafında yaşayan akrabaların, insani ilişkilerini daha rahat sürdürebilmesi için imkanlar oluşturulmalı, sınırlar sembolik hale getirilmelidir.
10. Ayrımcılık yapılmaksızın, rencide etmeden, tüm siyasi mahkûm ve tutukluların serbest bırakılması, yurt dışına çıkmak zorunda kalanların ise ülkelerine dönebilmesi için gerekli yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
11. Ülkemizde siyasal istikrarın ve birlikteliğin tahkim edilmesi için Millî Eğitim Bakanlığı çatısı altında yazılan Tarih ve Edebiyat kitapları resmi ideolojinin gerçeğe aykırı tezlerinden temizlenmelidir. Kürtlerin ve Türklerin Malazgirt, Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı gibi kritik süreçlerdeki tarihsel birliktelikleri sahih bir surette yeniden yazılmalıdır.
12. Bölgede yaklaşık üç bin köy ve mezra boşaltılmış, milyonlarca insan göç etmek zorunda kalmış ve büyük travmalar yaşamıştır. Göç, çarpık kentleşme, uyuşturucu, fuhuş, kadın intiharları, eğitimsiz genç nüfus, sokak çocukları, çeteler ve işsizlik gibi konular çok büyük sosyal sorunlar olarak karşımızda durmaktadır. Faili meçhul cinayetler, hukuksuz gözaltılar, tutuklanmalar, hapis cezaları ve işkenceden kaynaklanan travmalar ciddi bir tahribata yol açmıştır. Bu nedenle tüm bu yaraları saracak rehabilitasyon programlarının uygulamaya konulması gerekmektedir.
SONUÇ
Kardeşliğin olmadığı yerde ayrılıkların ortaya çıkması muhtemeldir. Bu ayrılıkların içeriden ve dışarıdan kaşınması ve düşmanlığa dönüştürülmesi ise her zaman mümkündür.
Etnik aidiyetler, farklı kültürel değerler, gelenek ve görenekler zenginliğimizdir. Ayrışma ve bölünme sebebi değildir. Bütün bu aidiyetlere aynı derecede sahip çıktığımızda, besleyip büyüttüğümüz oranda ülke olarak da o derece güçlü olacağız. İyi bilinmelidir ki bin yıldır bizi bir arada tutan değerler, bizi bin yıl daha bir arada tutmaya yeter.
Kürt meselesi tarihi süreciyle, sosyolojik gerçeğiyle, bölgesel geri bırakılmışlıkla ve Kürtçeye getirilen yasaklarla ülkemizin en büyük sorunu olarak karşımıza çıkmıştır. Silahın ortadan kaldırılması ve şiddet ortamının tamamen son bulması herkesin en büyük özlemidir. Bu özlemin gerçekleşmesi için devletin de bugüne kadar ortaya koyduğu dayatmalardan vazgeçmesi gerekir. Kürtlerin tarihsel süreç içerisinde meşru talepleri dikkate alınmalı ve özellikle dil yasağı önündeki engellerin tamamen ortadan kaldırılması güçlü bir iradeyle teyit yoluna gidilmelidir.
Sorunun çözüm sürecinde birçok engelin olması işin doğası gereğidir. Birçok aktörün içinde bulunduğu, bu sorunun sürmesini kendi siyasî ve ideolojik rantları için bir gereklilik görenlerin azımsanmayacak kadar fazla ve çeşitli olduğu, siyaset içinde ve toplumsal tabanda beklenmeyen dirençlerin olabileceği ve provokatif eylemlerle sürecin baltalanmaya çalışılacağı böyle bir sorunu çözmek kolay değildir.
Bununla birlikte bütün engel ve dirençlere rağmen sorunun çözülmesi bir gerekliliktir. Bu sorun, coğrafyamızın karşı karşıya bulunduğu en büyük sorunlardan biridir. Oluşan büyük beklentilere rağmen sürecin başarısızlıkla sonuçlanması halinde sorunun büyümesi muhtemeldir.
İslam’dan uzaklaştıkça sorunlarımız büyüdü; çözümü de İslam’a yeniden sarılmaktır. İslamî bir anlayış ve perspektifin sistem içindeki tüm kurum ve kuruluşlarda yerleşmesi, Türkiye’de kangren halini almış tüm sorunları çözeceği gibi, yeni sorunların üretilmesine de engel olacaktır.
Sözünü ettiğimiz çözüm şu an itibarîyle tümüyle yapılamasa bile en azından yapılacakların başında; Allah’ın "ayet" olarak tarif ettiği farklılıkların, ayrışma ve kavga sebebi yapılmadan kabul edilip saygı duyulması ve kesin bir ilahi emir olan adaletin tam olarak sağlanmasına çaba sarf edilmesi gelmektedir. Bu çaba, sorunun çözümü için bir başlangıç olacaktır.
Netice itibariyle Kardeşliğin tesisi ve iç cephenin tahkim edilmesi için çift taraflı bir çağrıda bulunuyoruz.
İlk çağrımız mazlum ve Müslüman Kürt halkınadır. Kürt kardeşlerimiz yaşananlardan ders almalı ve bugün bir kangren halini almış bulunan illete sebebiyet veren hususları doğru bir şekilde tesbit edip tedbirini almalı, sorunun çözülmesinde alicenaplığını ortaya koyarak üzerine düşeni yapmalıdır. Bununla beraber halkımızın değişik cenahlardan temsilcileri konumunda bulunan liderler, kanaat önderleri ve güç odakları da Kürt meselesine sebebiyet veren hususları ciddi anlamda analiz edip İslam ve tevhid inancının bu milletin mayası, ruhu ve hayatı olduğunun farkına varmalı Kürt halkına özüyle uyuşuk olmayan düşünce ve eylemleri dayatmamalıdırlar. Yine inkâr ve imha yöntemleriyle sorunların çözülemediğini görmeli ve Kürt halkının temsilcileri birbirini inkâr ve imhaya tevessül etmemelidir. Bu doğrultuda Şeyh Ahmedê Xanî ve Üstad Bediüzzaman gibi zatların hayali olan halkımızın iç ihtilaflarının sona ermesi ve ittifakın tesisi için herkes üzerine düşen özveriyi göstermelidir.
İkinci çağrımız ise sorunun kaynağını teşkil eden devletedir. Bugün Türkiye’nin insan haklarına saygılı, özgürlükçü bir devlet yapısına kavuşabilmesinin; gelecek yüzyılı birlik ve kardeşlik temelinde inşa edebilmesinin yolu Kürt Meselesi de dahil, bütün meselelerimizin hak, adalet ve kardeşlik temelinde çözümünden geçmektedir. Devlet; halkın diniyle ve diliyle anayasal düzlemde barışmalıdır. Bu bağlamda atılması gereken adımlar daha fazla geciktirilmemelidir. Unutulmamalıdır ki geciken adalet, adalet değildir. Ve hayırlı işlerde acele edilmelidir.
İnanıyoruz ki ortaya konulacak irade ile bu topraklarda Türk ile Kürt arasındaki kardeşliğin hukuku daha da pekiştirilecektir. Eğer bizler adaleti, hakkaniyeti, merhameti önceleyen bir yaklaşımı hayata geçirirsek, bu mesele bir sorun olmaktan çıkacaktır.
Allah bizleri, kardeşliğini muhafaza eden, adaletiyle temayüz eden bir millet kılsın.
Hiç şüphe yoktur ki “Barış daha hayırlıdır.” (Nisa:128)
Kaynak:İLKHA
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.