Hâl Tercümesi-1-
Müslüman toplumların bugünkü halinin müsebbibi kimdir? Veya nedir?
Bu soruya cevap vermeden önce, sorunun ciddiyetine vakıf olmak gerekir. Ve sorunun ciddiyetinin farkındalığında gerçek bir teşhis koymak gerekir. Yoksa tespit ettiğimiz sorunlar veya teşhis etmeye çalıştığımız problemler duygusal bir patlamadan mündemiç bir kahvehane sohbetinde elde edilmiş çözümlerden öteye geçmez.
Edward Said “Entelektüel” yazısının giriş bölümünde şöyle der;
“Entelektüel bireyin hangi partiye yakınlık duyarsa duysun, hangi ülkeden gelirse gelsin ve kendini aslen neye bağlı hissederse hissetsin, insanların çektiği acılar ve yaşadığı baskılar konusunda belli doğruluk standartlarından şaşmaması gerektiğini söylemeye çalıştım, konferanslarımda. Nabza göre şerbet vermek, konuşulması gereken yerde susmak, şovenist kabadayılıklara, tantanalı döneklik ve günah çıkarma törenlerine rağbet etmek bir entelektüelin kamusal rolüne en çok gölge düşüren tavırlardır.”
Burada söz konusu edilen entelektüel kişinin davranış biçimine ait değerlendirme, entelektüelin düşünsel hareketine yön vermesi gereken motivasyona dair beyanlar aynı zamanda ideal bir Müslüman tiplemesinin de beyanı olarak değerlendirilebilir. Bu bağlamda yapılacak bir değerlendirmede Müslüman şahsiyetin önüne şu gerçek çıkmaktadır. Müslüman her halükarda adımlarını gerçekçilik süzgecinden geçirerek atmalıdır. Bir başka deyişle; Müslüman hareketlerini ve hareketlerine kaynak oluşturan düşüncelerini bir entelektüel edasıyla yönlendirmelidir.
Peki, entelektüel eda nedir? En başta, entelektüel eda partizanlıktan kurtulmaktır. Partizanca düşünmek, partizanca hareket etmek yerine, kendi gerçek kişiliğine dayanmış bir duruş sergilemektir. Partisinin tahakkümünden kurtulmuş ve böylece taşeron bir işçi kıdeminden “yeryüzünün halifesi” mertebesine irtifa etmiş bir gerçek birey olabilmektir.
Partisel siyasi sığlıklarlara ve bir müteahhit beyniyle oluşturulmuş politik kampanyalara amade kılınmış bir hayat süren Müslüman şahsiyet en başta özgür iradeden yoksun bir papağan olmaya adaydır. Partisinin genel kanısının dışında fikir beyan edemeyen ruhsuz bir kayıt cihazı olmak “yeryüzünün halifesi” unvanına ne kadar da zıt bir yerde olmaktır.
Bunun yanında entelektüel eda “insani bir standart” sahibi olmaktır. Şovenizmin her türlü görüngüsünden uzak, vicdan ve adalet temelli bir inanca sahip olmaktır. Şovenizmin dar kapasiteli tribünlerine değil, kapasitesi tüm dünya insanlarını dikkate alan evrensel bir mesaj taşımalıdır. Kur´ani ifadeyle; Ya eyyühennas demek kapasitesine sahip olmaktır.
Son olarak, entelektüel eda konjonktürel olandan olabildiğince uzak durup konjonktürü inanca/hakikate ram etmektir. Günlük siyasal söylemlerin faydanlandırdığı sığ kişiliklerin entelektüel bir duruş sergilemesi elbette beklenemez. Bu bakımdan Müslüman şahsiyetin konjonktürel ile olan ilişkisi en asgari düzeyde seyir etmelidir. O konjonktürel olanı öncelemek yerine inandığı değerler uğruna Hz. Eyyüb direnci gösterebilendir.
Şimdi, tüm bu yazılanların baştaki soruyla ilişkisinin ne olduğuna dair beyanımıza gelelim. İlk başta alakasız gibi görünün soru ve altındaki açıklamalar aslında bizatihi sorunun girizgâhını izah eden en can alıcı noktadır. Başta ta değindiğim gibi sorun çok ciddi v e üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir öneme haiz.
Bu bağlamda, Müslüman şahsiyetin kişisel gerçekliğini bilmeden ve gerçeklik evresine evrilmeden yapacağı herhangi bir tespitin doğru olmayacağını düşünmekteyim. En azından böyle bir değerlendirmeyle yapılan tespitin yerinde ve yeterli olmayacağını düşünmekteyim.
Demek istiyorum ki; biz reel olan ile duygusal olan arasında savrulduğumuz rüzgârın hâkimiyetini elde edebilecek argümanlara sahip miyiz?
Rüzgârın bizi realiteye veya duysallığa savrulmasına müsaade mi edeceğiz yoksa rüzgârın hareket tarzını öğrenmeye çalışacağımız bilimsel bir deneysel özyeterlilik mi geliştireceğiz.
Yukarıdaki soruya cevap olarak verebileceğimiz iki gerçek ve net müsebbib vardır. Birincisi şahsi yetersizliğimiz diğeri de “emperyalist batı yayılmacılığı”.
Elbette bunlar reel olarak gerçek durum tespitinin izahını oluşturabilir.
Peki, ama Müslüman şahsiyetin bunlardan birini seçmekten başka çıkışı yok mu? Bu iki uç cebri bir sonuç mudur?
Hayır, asla! Müslüman şahsiyetin bunlardan birini değil zorunlu seçmesi, bunlardan herhangi birini hatta ikisini birden kontrol edecek bir donananıma ihtiyacı vardır.
Bu donanımların ne olduğuna dair görüşlerim kısmen uzun ve bir başka konuyu kapsaması bakımından görüşlerimi inşaalah bir sonraki yazımda belirtmeye çalışacağım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.