Sonu Olmayan Bir Yolculuk Var mıdır?
Hoş Geldin Misafirim!! Uzun bir yolculuğa, ağlayarak başlamış isek, işimizin, bir hayli zor olduğunu da bilmeliydik. Anne, karında bir hayatımız vardı hepimizin. Hatırlayamadığımız tek başımıza mücadele verdiğimiz bir hayattı. Sonra o alem bizlere, büyüdükçe dar geldi. Ve sıkıldık yeni bir hayat istedik. Dünya diye bir aleme, zorlu hem de çok zor olan bir yolculuktan sonra varabildik. Dünyaya cansız bir şekilde doğuyoruz. Bunu bir yakınımın doğumunda bulunduğumda gözlerim şahitlik ederken anladım. Sonra ilk nefesin bedenimize girmesiyle, acıyla irkilmemiz. Evet hoş geldik mi! Bilemem ama dünyadaydık. Ve ilk gözyaşlarımızı peşin peşin dökelim dedik. Nasılsa çok ağlayacaktık. Bu alemde de ne kadar kalacağımız belli değildi. Tahmini rakamlar var elbet. Ortalama 70-80 diyelim. Anne karnında da, 9 ay 10 gün denilir. Ama zamanı yine belli olmaz. Erken de gelir, geçte doğabilir. Ne kadar çok benziyor, iki hayat birbirine. Bilinmeyen den yine bilinmeyen bir aleme giderken uğradığımız dünya hayatı...
Yolcuyuz...Hayat bizi bir yerden bir yere sürüklerken. Lakin hiç yolcuya benzer de halimiz yok. Dünya da, kalıcı bir insan var mıdır...? Bu zamana kadar olmadığına göre...O zaman bizlerde baki aleme yolcuyuz. Aklıma çok güzel bir hikaye geldi; "Dünya da, yolcu olduğu bilincinde olan bir genç, bu uğurda yolculuk yapmak ister. Ve başlar ülke ülke dolaşmaya. Polonya’da bir bilge alime rastlar. Ziyaretine evine gider. Bir odalı evinde sadece duvarlarda kitaplar vardır. Genç şaşkınlık ile sorar; "diğer eşyalarınız nerede?" Bilge alim; "senin eşyaların nerede ?" Der. Genç iyice afallar: "Ama ben yolcuyum ki!"der. Bilge alim gülümser; "Ben de yolcuyum" Yolcu yada misafir olduğumuz bu dünya hayatında, hangi nedenler bizleri bu kadar bencil, ukala , çıkarcı yada hoşgörüsü olmayan insanlar haline getirdi yetişme tarzımız... Çevre etkenliği... Kültür ve bilgi seviyemiz...
Hangisi daha etkili..? Aile hayatı, en büyük bilgi, öğrenmeye sahip olduğumuz ilk yer. Hayat egosu ile yaşayan, dedikoduyu hayatının merkezi haline alan, kendi yanlış ve günahlarını sürekli başkalarının üstüne yükleyen kişilerin, evlatlarına yada arkadaşlıklarına bakarsak. Göreceğimiz tablo vahimdir. "Ektiğini biçersin" atasözü misali.
Aynı ahlak üzeri yetiştiklerinden, aynı tarz bir hayat yaşarlar. Hoş görülü olmayı bir yana bırakın, kendilerini haklı çıkarma adına, dini ve ahlak yapısını ileri sürerek kazandıkları sanki bir savaş varmış gibi... Böbürlenerek yaşamlarını sürdürürler. Oysa misafir nasıl davranmalı...? Geldiğimiz ev de yada şehirde, mutlu, güler yüzlü ve hoş görülü olabilmeliyiz ki! Tatilimiz (hayatımız) iyi geçsin. İlk şart, aslında "relaks" olmak. Bulunduğumuz ortamlarda, fikirlerimiz ayrı, dinimiz ayrı, hatta hiç dini olmayan olabilir, maddi durumu düşük...kişiler ile hoş görü çerçevesi içinde sohbetler edebilirsek, işte bizler tam bir misafir adabına uymuş oluruz.
Küfürler ile kavgalar veya iftiralar ile nereye kadar yol alabiliriz ki... Haklı olma adına, adaletsiz olmak!! Kendi çıkarları adına, başkasına leke sürmek! Sonra mübarek ay geldi, haydi mümin olalım. Nasıl olacak bu iş? Önce münafık olmaktan vazgeçecen. Adam, din bilmez, haşa Allah bilmez, Müminler ortamında müminler gibi davranır. Mübarek ay, olunca dilinde hayırlı iftarlar, sahurlar der. Ramazan sohbetleri...yapar durur. Önce hakiki insan ol. Yani yolcu olduğunu unutma. Giderken elin boş gideceksen, bari arkandan, anılma adına yüzlere tebessüm bırakabilmeyi başarmalısın. Hepimiz birbirimizin evine, şehrine yada ülkesine aslın da dünya da misafir isek...Birbirimize misafir gibi davranalım. Ebedi kalacak hayatımıza giderken, dünya misafiri olan bizler, memnun olarak ayrılmayı becerebildik ise... Bizlerde hoşgörülü edepli misafirler olabilmişizdir. Bırakabildiğimiz tek miras ise; "hoş görü ve tebessüm " olmalı. Son sözümüz Yunus Emre den olsun "Yaratılanı hoş gör, Yaratan'dan ötürü" yüreklerinize misafirim değerli okurlarım sevgilerimle…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.